hesabın var mı? giriş yap

  • filmin sonlarında şeytanın "tanrı insanların duygularıyla hareket etmesini yasaklarken, ben duyguların kapısını sonuna dek açarım" repliğiyle kafamda mantar gibi soru işaretleri oluşmasına yol açmış film.

  • zamanında fazla oynayıp, gerçek dünyadan kopmama neden olmuş oyundur..

    örneğin bir seferinde sovyetlerle oynuyorum..
    üssümü kuvvetlendirmek için gerekli olan en temel savunma binasını yani tesla coili dikiyorum.
    ama power plantlere dikkat etmemişim..
    önce bir low power uyarısı geldi..sonra da bilgisayar kapandı !
    ilk önce durumu idrak edemedim..
    tüh..keşke bir power plant daha yapsaydım dedim..
    sonrasında elektriklerin gitmiş olduğunu farkettim..

  • hemen herkesin bilgisayarla ilk tanıştığında yaptığı, şimdi çoğu komik gelen mallıklardır.

    sene 1985-86 falan, babamın aldığı commodore 64 sayesinde hayatımda ilk kez bir bilgisayarı kanlı canlı görmüştüm.

    babam bilgisayarı televizyona bağladı, açtı. bilgisayar açılır açılmaz oyunlar başlayacak sandığım için elimde joystick ile bekliyorum.

    meşhur mavi açılış ekranı geldiğinde hayal kırıklığı yaşamıştım. babam da -anlamamıştı herhalde ki- bırakıp gitmişti.

    oyunun kasetle yüklenen birşey olduğunu da bilmiyorum daha. ready yazısı bana bakıyor ben ona bakıyorum, ne yapacağımı da bilemiyorum.

    bir komut verilip bilgisayar anlasın diye bir tuşa basıldığını ve o tuşun return olduğunu da öğrenmişim bir yerlerden, çocuk aklıyla "oyun oyna" yazıp return'e basmıştım ve hayatımın ilk syntax error'ünü almıştım.

    hala hatırladıkça gülerim.

  • abd-minesota'da, çılgın bilim adamlarımız yine işin suyunu çıkarmışlar efendim. dünyanın en sessiz odasını yapmışlar.

    peki sessizden kastımız nedir?

    insanın doğal olarak en sessiz kalabildiği ortamda bile 30-60 desibel arası ses bulunmaktadır. (misal florasandan çıkan ses, rüzgar sesi, pc harddisk sesi, hatta denizin dibine bile daldığınızda, 60 desibelden fazla ses duyabiliyorsunuz.) fakat bu oda tam -9 desibel şiddetinde! yani insanın sessizlik eşiğinin ortalama 3 katı düşük.

    1 desibel, en mükemmel insan kulağının işitebileceği en düşük ses seviyesidir. bu taraftan bakınca, -9 desibel, türümüze göre mutlak sessizlik demek.

    peki bu odada kalan insana ne oluyor? olay burada kopuyor.

    bahsettiğim gibi, bu odanın içerisi o kadar sessiz ki, damarlarınızda akan kanın sesini bile duymanız mümkün olabilmekte. bunun haricinde kalp atışınızı ve kulaklarınızın içerisindeki kemiklerin kendi doğalarından ötürü çıkardıkları sesleri de bu oda içerisinde net bir şekilde duyabilirsiniz.

    tüm hayatı boyunca belli bir seviye sese alışık olan beynimiz. ortama ayak uydurmak adına sanrılara başlıyor. yarım saatten sonra halüsinatif etkisi ortaya çıkıyor. ses ve görüntü olarak çıldırtıcı halüsinasyonlara neden oluyor.

    odada kalma rekoru, 45 dakika ile amerikalı bir gazetecide.

    -------------------------------------- ilgilisine ek bilgiler ---------------------------------------

    insan beyni bu kadar sessiz ortamlara adaptif değildir. insanın evrimi, belli düzeyde fon sesi olan ortamlarda olmuştur ve beynimiz de doğduğumuzdan sonra sürekli olarak sesli ortamlarda bulunmuştur. bulunduğumuz en sessiz odalarda bile belli başlı sesler bulunur ve beynimiz buna adapte olur. ancak bu odada, beynimiz ciddi sorunlar yaşar.

    çünkü odadaki sessizliğin bir noktadan sonra beynin çelişkili sinyaller üretmesine ve halüsinasyonlar görmeye başlamasına neden olduğu tespit edilmiştir. beyin, alışık olmadığı bu durumu düzeltmek için sanrılar görmeye başlamaktadır!

    not: -9 değeri 0'ın altında bir ses düzeyi demek değildir. bu, fiziksel olarak anlamsız olacaktır. -9 desibel, tanımladığımız referansın (insanın duyabileceği en düşük düzey olan 1 referans şiddet değerinin) yaklaşık 3 kat altında demektir.

    önemli ek bilgi edit: odanın içerisinde kesinlikle yankı bulunmuyor. odanın yapısından dolayı, ses belli seviyeye kadar emilip soğuruluyor.

    yani oda dışarıdan ses almadığı gibi, içerdeki sesi de yüksek ölçüde emiyor. yani ayağa kalkıp yürüdüğünüzde dahi ses duyamıyorsunuz.

    edindiğim bilgiye göre 45 dakika rekor sahibi gazeteci, ayakta 10 dakikadan fazla dayanılamayacağını söylüyor. kendisi bu süreyi büyük ölçüde sandalyede oturarak tamamlamış. çünkü hareketlerimizden hiç bir şekilde ses çıkmadığı için, beynimiz ortama ciddi manada yabancılaşıyormuş.

    edit video: (random nick'e teşekkürler): http://www.youtube.com/watch?v=lz4bh2rkqhm

    edit video 2: http://youtu.be/mxvgib3bzhi (honuuu'ya cok tesekkurler)

    haber linki: http://www.hurriyet.com.tr/…d-laboratuvari-40396646 dünyanın en sessiz odası: orfield laboratuvarı

  • fizik kurallarıyla aralarındaki pürüzsüz aşk beni hep cezbetmiş canlılardır.

    fakat dün akşam öyle bir tesadüf (yoktur ama var sayalım şimdi) oldu ki o bile "ehehehe nooldu yav" diye çıktı kutunun içinden.

    bunların hepsi kutu manyağı. bunu biliyoruz. bir kedi düşünün henüz bir yaşında değil ve 4.5 kilo. konuşkan ve göbekli bişi.

    üst kata çıkarmak için merdivenlerin yarısına kadar getirip bıraktığım kutuyla oynarken, sen bunun içine gir, arka patilerle ite ite basamak başına kadar getir ve ordan da aşağa kay, kutunun içinde! ve o kutu her biri ayrı ölçüdeki basamaklardan inerken hiç takla atmasın.

    içinden çıkıp "miiik" derkenki halinden anladım ki acayip hoşuna gitti ama nasıl olduğunu anlayamadı. neyse ki!

    bir de anlasaydı kardeşleri de öğrenecekti ve buyrun bakalım merdivenden kayan kediler varyetesi.

    o değil de bir anda olan bu şeyin ne vidyosu var ne fotoğrafı... peh.

  • deha ile yeteneğin farklı şeyler olması...

    bugün ekşide bateri çalan ve dalga geçilen genci izlerken insanların ön yargılarını görünce, bu başlığa yazacak şeyler aklıma geldi. benim ufkumu açmıştı ilk öğrendiğimde yazacağım bilgiler.
    johann sebastian bach diğer müzisyenlerden farklı olarak (mozart vb..) üç ismi de kullanılarak anılır. çünkü çingene bir aileden gelmektedir ve ailesinde birçok bach isimli başka müzisyenler vardır. bu müzisyenlerle karıştırılmamak için üç ismi de kullanılır. kendisi yaşarken kiliselerde cenaze törenlerinde org çalarak geçiniyordu ve cenaze başına ücret alıyordu. geçinemediği için cenaze sayısı çok az diyerek yardım istediği bir mektup bile mevcut...
    mozart sefalet içinde öldü.
    romantik akımın öncüsü sayılan john keats yaşarken hiç şiir satamadı ve 30 undan önce veremden(açlıktan) öldü. sevdiği kadınla evlenemedi, hiç saygı görmedi ve sevdiği kadın o ölünce kimseyle evlenmedi...
    tarantino film yapabilmek için ilk senaryosunu sattı. kendisi bir videocuda çalışıyordu ve sürekli film izliyordu.
    stallone'un öyküsü, jim carrey'nin standup ı bırakması...
    oğuz atay, nietzche...
    o kadar örnek var ki.
    vardığım sonuç,
    bir konuda iyi olduğunuza inanıp en mutlu olduğunuz işi yapsanız da insanlar para kazanamadığınız için size saygı duymayabilir.
    satamayabilirsiniz.
    kendinize dürüst olmanız bile saygıyla karşılanmalı ama insanlar, bazıları beste çalıp, fikir çalıp altına kendi imzasını attığı halde bu durumu görmezden gelebiliyor.
    örneğin gönülçelen müziğini manic streeet preachers-ocean spray'den arak, sözler sallinger-gönülçelen'den esinlenme, altında teoman imzası...
    teoman örnek sadece, severim de. ama saygı duymam.
    neyse,
    ne diyordum,
    satabiliyor olmak yetenektir.
    sanat dehadır.
    deha ile yetenek karıştırılmamalı.

    ve bir uğraş ile inandığı işi yapan mutlu insanlarla dalga geçmek bizim mutsuzluğumuzdur.

  • "dünyadaki en başarılı askeri harekatlardan biri avusturya-prusya savaşı sırasında liechtenstein'ın yaptığıdır. kimseyi öldürmedikleri gibi, 80 kişi yolladıkları ordu 81 kişi olarak geri dönmüştür. bunun sebebi de savaş sırasında karşı taraftan bir kişi ile arkadaş olmalarıdır."

    öldüm lan allahsızlar ahhahahaha

  • ulkemizin en kuzeyini hep sinop bilirdik degil mi? senelerdir de boyle ogretilir. oyle degil iste.
    sinop paraleli: 42.0969 http://i.imgur.com/9zkkgmn.png
    kirklareli paraleli: 42.1047 http://i.imgur.com/adqkyr4.png
    0.0078 paralel fark yani 1 paralel 111 km den 865 metreyle kirklareli onde.

    en dogusuna da baktim
    hakkari 44.8137
    igdir 44.8163 yani yaklasik 0.0026 meridyen farki var. o da yaklasik olarak 230 metre (ortalama 38 paraleline gore meridyenler arasi uzaklik) fark ile igdir onde.

  • jupiter'in de bir mehtabı olması.

    samanyolu'nun fotoğrafını çekmek için aylardır plan yapıyordum. ay'ın en karanlık dönemde olduğu zaman ve havaların da ısınmış olmasını umarak 4-9 mayıs tarihleri arasında çekim yapmayı planladım. ayrıca 5-6 mayıs gecelerinde meteor yağmuru vardı. şehir ışıklarının kirliliğinden uzaklaşmak için de ışık kirliliği haritalarını inceleyerek saros'da geceleri çok karanlık olan yerler buldum. (bu arada fotoğrafçılık eğitimim yok, gündüz fotoğrafçılığından pek anlamam. sadece samanyolu'nun fotoğrafını çekebilmek için saatlerce makaleler okudum, videolar izledim.)

    5 mayıs'ta saros'a gittim, ancak 2 gündür süren yağmura takıldım. o yüzden meteor yağmurunu kaçırmış oldum. hava 7 mayıs'ta açıldı. normalde karanlık yerler için gecenin ortasında ormanın içlerine kadar yürümem gerekiyordu ancak liman ışıklarının açılmadığını görünce limana gittim, hayatımdaki en iyi manzaralardan biriyle karşılaştım(aslında en iyisiydi ama daha ondan sonra jupiter'in mehtabını gördüm) ve sonunda hayatımda ilk kez samanyolu'nu hem de satürn, mars ve büyük antares yıldızıyla birlikte fotoğraflayabildim. sabaha kadar çekim yapmaya devam ettim.

    https://www.flickr.com/…37490/in/dateposted-public/

    https://www.flickr.com/…05706/in/dateposted-public/

    ertesi gece de hava açık olduğu için tekrar çekime gittim, yanımda bir arkadaşım da vardı. bu sefer limanın iç tarafına değil, arka kısmına kumsala geçtim. burası daha da karanlıktı çünkü gökçeada'dan geldiğini tahmin ettiğim ışık kirliliği daha azdı. burada da kadrajımı hemen samanyolu'na yönelttim ve çekime başladım.

    https://www.flickr.com/…15121/in/dateposted-public/

    https://www.flickr.com/…808954/in/dateposted-public

    çekim sürerken gözümü samanyolu'ndan alabildiğim zamanlarda diğer taraflara bakarak muhteşem yıldız manzarasını izliyordum ve takımyıldızları çıkarmaya çalışıyordum. jupiter sağımda müthiş bir şekilde parlamaktaydı ancak samanyolu varken kim ne yapsın jupiter'i. saatler ilerleyip jupiter daha da alçalınca denizde bir yansıma farkettim. köyden bir sokak lambası ışığı geliyordu arkalardan acaba onun yansıması mı diye açısını kapatmaya çalıştım ama, değildi. ben nereye gidersem yansıma da benimle birlikte geliyordu. kafamı kaldırdığımda bunun jupiter'in yansıması olduğunu anladım. arkadaşım da olayı farkederek yerinden kalktı. hemen fotoğraf makinasına koşarak kadrajı jupiter'e doğru çevirdim(burada nasıl paniklemişsem telefonu düşürmüşüm, neyse ki bulabildik). ve sonunda jupiter'in mehtabını yunan semadirek adasının hemen yanında fotoğrafladım. arkadaşımla bir kaç saat bu manzaradan gözümüzü alamadık, rüyada gibiydik.

    https://www.flickr.com/…49884/in/dateposted-public/

    https://www.flickr.com/…os/mesutbirinci/28730542046 (aynı fotoğrafın 10 kare istifleme ile hazırlanmış daha temiz hali)

    not: önümüz yaz, tatil sezonu başlıyor. saçma sapan hotellere dünyanın parasını vererek daha önce 50 kez tecrübe ettiğiniz tatili yapmayın. bir çadır edinin ve karanlık bir yerde kamp yapın. gökyüzünün nefes kesen manzarasını dünyada hiçbir 5 yıldızlı hotel sağlayamaz.

    edit: samanyolu'nu fotoğraflamayı düşünenler için şöyle bir entry hazırladım: #60490634

    edit:
    daha sonraki fotoğraflarımı takip etmek isteyenler olmuş: https://www.instagram.com/mesutbirinci veya https://www.flickr.com/mesutbirinci

  • budizm öğretileridir kimi zaman.

    "bir zen ustası, bir gün çölde kumlar üzerinde oturmuş meditasyon yapmaktadır. bir adam ona yaklaşır ve şöyle der:
    - beni öğrencin olarak kabul et.
    usta, parmağıyla kumlar üzerinde düz bir çizgi çeker ve şöyle der:
    - kısalt!
    adam, avuçlarıyla çizginin yarısını siler.
    usta der ki:
    - git, bir sene sonra tekrar gel.
    bir yıl geçer. adam ustaya yanaşır, usta, yine bir çizgi çizer ve der ki:
    - kısalt!
    adam, bu kez çizginin yarısını avucu ve dirseğiyle kapatır.
    usta yine kabul etmez ve der ki:
    - git, bir dahaki sene yine gel.
    1 yıl daha geçer. usta, tekrar kumların üzerine bir çizgi çeker ve adamdan onu kısaltmasını ister.
    bu kez, adam der ki:
    - bilmiyorum.
    ve ustadan cevabı kendisine söylemesini rica eder.
    usta, çizginin yanına daha uzun bir çizgi çeker ve der ki:
    - şimdi kısaldı.
    bu hikaye, buddhist kültüründe ilerlemenin yolunu gösteren sırlardan biridir.

    düşmanlarınla veya diğer insanlarla boğuşmana hiç gerek yok, bunlar sana da zarar verir. senin olgunlaşıp ilerlemenle onlar kendiliğinden yenilgiye uğrarlar."

  • artık erkeklerin erkekliklerini gösterebildiği alanlar kurumaya yüz tuttuğundan kadınların erkeklerde aradıkları bir şey hâline geldi kirli sakal. çünkü artık konuşmaları, giyimleri, tercihleri, işleri ile kadınlar ve erkekler oldukça benzeşmiş durumda.

    bir 40-50 yıl geriye gittiğinizde kadınların sevdiği erkek tipinin kılsız, yüzü sinek kaydı denecek seviyede traşlı, beyefendi janti erkek olduğunu görüyorsunuz. öyle ki cüneyt arkın’ın dağ evindeki yalnız entelektüel adam hâlleri bile ne hikmetse her gün sinek kaydı traş olmaktaydı.

    çünkü o zamanlarda erkeğin baskınlığı, kararlarıyla hayat tarzıyla baskındır. kadın ise bireyden önce kadındır. yani erkeklerdeki maçoluk hatta ayılık öküzlük zaten üst seviyededir. herkes erkek bir nevi, kadının bunu hissedememe durumu yok. bu yüzden kadınlar ayılardan bıkmış durumda ve janti, kibar, zarif diye tabir edilen adamlara doğru kaçmışlar. o zamanlar karizma olan şeyler bunlar. donald draper bu konudaki en iyi örnektir. adam “ben bir kadınla tartışmam” demiştir.

    velhasıl mesele erkeklik krizi ile ilgili. bu yüzden erkekler kas yapıp kirli sakal bırakıp ne kadar erkek olduklarını göstermeye çalışıyorlar. temelde göğsünü döven gorilden farkı yok bunun. kızlar da ormandaki diğer gorillere en güçlü gorili kendisinin kaptığını gösterme derdinde.

    bir diğer açı geçen yüzyılı etkisi altında tutan romantizm akımından çıkılıp zevklere ve iradeye yatkın dürtü temelli bir dünya algısına girilmiş olması. bu etki yüzünden her şeyin artık cinsel bir anlamı var, erkeğin de öncelikli anlamı bu oldu. romantizm mühim değil ve zaten erkek kadın arasında zihin olarak farklar azalmışsa, erkeğin erkek olduğunu gösterip çekicilik uyandırması için bir sebep gerek değil mi?