hesabın var mı? giriş yap

  • elvis presley'in 23 mart 1956 tarihinde yayımlanmış debut albümü. popüler müzik tarihinin abartısız en yoğun, en tutkulu ve en rafine albümlerinden birisi. enfes bir country, rock'n'roll, rockabilly birleşimi; bu türlerin en tutkulu yorumlarının derlendiği bir güzellik. doğal, kaygısız ve yağ gibi akan kayıtlar üzerinden derlenmiş bir seçki. elvis presley'in neden bir ilah, neden bir idol olduğunu bize gösterir bu albüm. hem abd'yi, hem de britanya'yı fethetmiştir.

    bu albüm üzerinden aslında pek çok şeyin yorumlanabileceğini ve incelenebileceğini düşünürüm hep. bu albüme böyle bir misyon yüklemek işime gelir açıkçası. sadece müzikal olarak değil; kültürel ve hatta toplumsal gözlemler de yapılabileceği fikrine kapılırım bu ''rafine'' işi dinlerken. bunda elvis presley'in meşhur olmadan önceki yaşamının, bu yaşamdan bir star olarak sıyrılabilmesinin, toplumun gördüğü ilk star olarak üzerine çullanılmasının, basının, menajerlerin, plak şirketlerinin, film yapımcılarının, elvis'in bunlara verdiği tepkilerin, sonra kendi kendine azalarak çırpınmasının, köşesinde erimesinin rolü olduğunu düşünmek az şey değildir bana göre.

    ve her zaman, bu albümü dinlerken, kulağımı ve ruhumu okşayan tupelo'dan çıkıp gelmiş o ilahî sesli delikanlının tüm bunlardan habersiz olması fikri içimi acıtır. abd'nin gördüğü ilk star, müzik piyasasına ait o dönemki kuşkusuz en büyük isim oluverecek bu gencin yıllar içerisinde nasıl silikleştirildiğini, dünya tarafından köşesine sıkıştırılıp yavaş yavaş uyuşturulduğunu, hantallaştırıldığını; ya da şirketler, menajerler, iş adamları, pazarlamacılar arasında metalaştırıldığını, pazarlandığını görmek canımı sıkar. sonra kendimi bu albümden alıp 1977'deki son konserlerindeki kilolu, 42 yaşında ve hâlâ dans edip şevkle kendisini sergileyen o eski genç olmaktan uzak, ara sıra gözlerinden yaşlar boşanan o yalnız ''adam''ı, sadece o ''adam''ı anlamaya çalışırım. sadece müziği; değişen piyasayı, ufukta görünecek bayağılaşan pop ve beklenen punk çılgınlığını, 80'leri düşünmem, bu her zaman ''yalnız'' olduğunu gördüğüm adamın değişen jenerasyona, anlayışa nasıl ayak uyduracağını gerçekten düşünüp düşünmediğini de merak ederim. her zaman genç ve enerjik kalmış, milyonlarca kızın sevgilisi olmuş, sahnede nefes kesmiş bu çok yakışıklı ve seksi delikanlı; acaba 1977'deki o hâlini, o ''koca adam''ı hiç gözlerinin önüne getirebilmiş midir ki?

    aynı ekşi fikirden kurtulmadan; yine bu eşsiz sesli delikanlıdan kendimi kopararak, 1977 ve sonrasına gelirim: amerikan toplumunun bu adama bakışına, bu adamı hicvetme çabasına, aşırı kilolu ve bayağı elvis taklitlerine, o ''bitmiş rock'n'roll ikonu'' algısına gelirim, bizzat amerikan kültürü ve toplumunun bu adamı çoktan gözden çıkarmış olduğunu, bu delikanlıya dair hatırlarda hiçbir şey kalmadığını; iç yakan bir acımasızlıkla, kendisinden arta kalanların gözümün önüne dikilen o kilolu, gözlüklü ve uzun favorili, yağlı, o graceland'e sığınmış çaresiz ''bitmiş'' star heyulası olduğunu görürüm. sonra derim, kendi kendime: evet, bu albümde dinlediğim elvis'i bitirip tüketen insanlar, toplum, kültür; şimdi 1977'deki koca adamla alay etmekte, dalga geçmektedir. bu albümde dinlediğim elvis, bir fenomen gibi kalıverir gözümde artık, silinerek uzaklaşır; tüketilmiş hâli dikiliverir karşıma. zira bu albümde dinlediğim elvis, tüketilip yavaş yavaş eritilmiş ''somut'' elvistir; bu dünyadan göçen ise uyuşturucularla, yemekle kendisini avutan ''bitik'' bir adamdır, anlayamadığım kadar soyut, çözemediğim kadar görselleştirilmiş, metalaştırılmış ve içi boşaltılmış bir adamdır.

    kültür, insanlar, piyasa; artık ölüyü nesneleştirecekler; bu artakalan bitâp adamı rahat bırakmayacaklardır, bu imajla boğuşacaklardır, ta ki daha da anlamsızlaşana, bu albümde dinlediğim elvis iyice yok olana, silinene, yok olana kadar. kalan, daha da kilo almış, daha da uzun favorili, daha büyük gözlüklü ve daha çaresiz elvis taklitleri olacak; gelecek nesiller bu geleneğin ürünü olarak bu albümdeki sağlıklı, umutlu, mutlu, hevesli ve yakışıklı delikanlıyı değil, giderek objeleşen, karikatürize olan ve içi bomboş kalmış elvis presley'i gerçeği zannedecekler. bu kültür, bu iştahlı tüketim; bu delikanlının ruhu can çekişip yok olana kadar onu rahat bırakmayacak, eskiye dair ne varsa hepsini yok ederken kendi şişmiş gerçeklerini, bitmiş star algılarını bu kilolu adamda canlandıracak. olacak bu.

    kafamda bu tip hezeyanlar, hesaplaşmalar, sitemler, iç buruklukları olduğu şekliyle dinlerim bu albümü hep. ''elvis presley'', işte; şirketlerin, menajerlerin, yapımcıların, egemenlerin, elvis presley'in insanlara tanıttığı, ya da tanıtmak istediği elvis presley budur derim albümün kapağına baktığımda; cinsellik dolu, kendinden geçmiş ve derdi şarkı söylemek olan tupelo'dan çıkıp gelivermiş ilahî sesli bu delikanlıdır insanlara sunulan, dünyaya tanıtılan. en başta bu fikirden yola çıkarım açıkçası, sonrası çorap söküğü gibi gelir; saydığım fikirlerle dolar taşar kafam albümü dinlerken. pişman da değilimdir, en azından kendi kendime bu gencin hesaplaşmasını yapabilme ayrıcalığına sahip olduğumu düşünür; bu ayrıcalığın belki de albümün ve tüm imajın, her şeyin sahibi elvis presley'e bile hiçbir zaman tanınmadığını kestirebilmek, hatta buna emin olmak fikri canımı sıksa da, yine de bu ayrıcalığa sahip olabilmemin ve bana müziği sevdirdiğini düşündüğüm bu adamın kendimce intikamını alabilme fikri beni diri tutar, zevk alırım; albümü de bu karmaşıklıkla hatmederim.

    şu sırada seyreder elvis presley:

    a yüzü:

    1. blue suede shoes
    2. i'm counting on you
    3. i got a woman
    4. one-sided love affair
    5. i love you because
    6. just because

    b yüzü:

    1. tutti frutti
    2. tryin' to get to you
    3. i'm gonna sit right down and cry (over you)
    4. i'll never let you go (lil' darlin')
    5. blue moon
    6. money honey

    1935 senesinde tupelo'da doğmuştur elvis presley. 13 yaşında memphis'e taşınırlar, kendisinin esaslı şekilde müzik kariyeri böyle başlar. country hastasıdır, gospel korolarına hayrandır, r&bden ve bluesdan çok etkilenmiştir kısaca. (ki bu atmosfer ayrı şekilde incelenmeli) 1953 senesinde, henüz 18 yaşındayken; annesine doğumgünü hediyesi olarak şarkı kaydetmek ister bu ''kendisinin farkında genç''. kimbilir, belki de içten içe keşfedilmeyi düşünmektedir, kim bilebilir ki? burada sam phillips elbette ki farkına varır kendisinin, -ki, kendisi sun records'un bir ofisine gitmiştir- böylelikle keşfedilir ve sun records ile anlaşılır.

    elvis presley'in, bu albümün bir kısmını oluşturan ilk dönem kayıtları sam phillips ile, sun records oturumları şeklinde yapılır; yaklaşık 2 sene, pek çok şarkı kaydedilir, pek çok müzisyenle tanışır elvis. zira sun records, 1952 senesinde kurulmuş olmasına rağmen giderek yükselen bir şirkettir, pek çok r&b, blues, gospel, country, rock'n'roll sanatçısına kucak açmaktadır; bu yönde nam salmış olması sonraki dönemde de pek çok sanatçının, gencin, müzisyenin sun records'u ziyaret etmelerine yol açacaktır. (bu kayıtlar elvis'in müzikal orijinin anlamamız açısından çok önemli elbette, çok fazla sayıda türde kaydedilmiş eserler var içlerinde: that's all right, blue moon, blue moon of kentucky, trying to get to you, i got a woman, you're a heartbreaker, mystery train, i forgot to remember to forget gibi.) elbette bu delikanlı bomboş durmamaktadır bu sırada; pek çok konsere katılmakta, pek çok farklı grupla sahne almaktadır: güçlü sesine, danslarını, ritme uydurduğu hareketlerini ekleyerek olaya görsellik katmaktadır ki, en büyük farkı burada yaratmaktadır. sahne aldığı gruplardan en önemlisi, ki sam phillips'in önayak olması sonucu kurulmuş bir gruptur ki bu; the blue moon boys'dur. (o zamanın meşhur olan country trio geleneğinin devamıdır bu, elbette en ön planda olan vokalisttir ve genelde vokal için ayakta tutulan gruplardır. 53-55 arası sun kayıtlarında da çalmış the blue moon boys; elvis presley, scotty moore ve bill black'ten oluşmaktadır.) bu sükseli delikanlı, neredeyse 1955 senesinin tamamını turnelerle geçirmiştir: ünü çoktan tennessee sınırlarını aşmıştır, johnny cash, carl perkins gibi isimlerle konserlere çıkmaktadır, aynı sene sahnede buddy holly ve roy orbison'u kendisine hayran bırakacak teksas konserlerini de vermiştir. bölgesel bir yıldızdır; zenci gırtlağına sahip olan bir beyaz olması siyah sanatçılar arasında hoşnutsuzluk ve küçümsemeyle karışık bir kıskançlık yaratsa da, sahnede ''çok güçlü''dür, agresif ve enerjiktir, o zamana göre eşsizdir. ismi efsane gibi yayılmaktadır müzik piyasasında.

    bu arada zaten sun records ile singlelar yayımlamıştır, 1954 senesinden itibaren. that's all right/blue moon of kentucky, good rockin' tonight/i don't care if the sun don't shine, milk cow blues boogie/you're a heartbreaker 1954'te yayımlanan ve ses getiren cover parçalardır; 1955'te ise yine sun records etiketiyle 45'likler yayımlanmaya devam edilir. bunlar, listelerde bir çılgınlık yaratmış değildir kesinlikle; fakat elvis presley ismine müzik piyasasında müthiş bir saygı ve kabul edilirlik getirmiştir. hem beyazlar hem de zenci sanatçılar, bu rafine rockabilly kayıtlarına saygı duymaktadır, nitekim sahnede canlı izlemeleri yetmektedir bu adamı tanımaları için.

    bu ün, en kalburüstü şirketleri dahi harekete geçirmiştir; nitekim elvis presley, babasının imzaladığı bir sözleşme ile rca records ile anlamış, böylece elvis'in sun records ve sam phillips ile yolları da ayrılmıştır.

    1956 ocak ayında elvis, artık albüm için kayda sokulur; ve 9 tane şarkı 2 gün içerisinde kaydedilir. prodüktörlüğünü kendisinin yaptığı bu kayıtlarda, hem cover parçalar, hem de besteci olarak kendisi adına da kredilenen parçalar vardır. aynı ayın sonunda, tarihî bir gün vardır: 10-11 ocak 1956 tarihinde rca ile kayda giren elvis için beklenen şarkılardan birisi, heartbreak hotel 27 ocak 1956'da yayımlanır. işte, ''elvis presley çılgınlığı bu noktada başlar.'' dersek yalan söylemiş olmayız. zira ülke genelinde patlama yapar bu single, aynı zamanda elvis'in milyon satan ilk singleı olmuştur; zamanının ötesi bir parçadır heartbreak hotel. (60'larda müzik yapacak tüm veletlerin takdir ettiği bir parçadır en başta)

    burdan sonrasını gerçekten tarif etmek çok zor, hangisini sayabilirsiniz ki: i want you, i need you, i love you mu, hound dog mu, love me tender mı? her biri üzerinde uzun uzun konuşmak gerek.

    ardından, bu rüzgâr ile elvis presley albümü mart 1956'da yayımlanır, 7 şarkı rca records ile anlaşıldıktan sonra kaydedilmiştir zaten 10-11 ocak 1956'da. kalan şarkılar ise, rca'in sun records ile anlaşma imzalayıp o güne kadar single olarak yayımlanmamış elvis parçalarını satın almasıyla temin edilir.(i love you because, just because, trying to get to you, i'll never let you go (lil' darlin') ve blue moon.)

    böylece elvis presley albümü yayımlanır. aslında rca akıllı davranmış, önce patlayacak singleı yayımlamış, ardından bu rüzgârdan faydalanacak albümü yayımlamıştır. böylece aslında o dönemki elvis presley kayıtlarından faydalanılarak oluşturulmuş bir seçki, 1954'ten başlayarak olan süreçteki şarkılardan bir demet yayımlanır. (elbette bu albümün başarısını ticarî addetmek istemem, tupelolu delikanlının muhteşem sesini, kendisini incitmek istemem. bomboş milyonlar için geçerli olabilir bu ''kurnazlığa kapılmaya bağlı alıklık'', fakat kendime bunu yapmak istemem, yapamam.)

    öyle ya da böyle, tupelolu genç elvis presley; ardılı binlerce sanatçıyı etkileyecek bir ses, yorum, sahne performansı ile çıkmıştır artık yola. milyonları peşinden sürükleyecek, sayısız film çekecektir artık. yavaş yavaş tüketileceğini bilmeden çıkmıştır bu kısmen lânetli ve uzun ve dolambaçlı yola. o muhafazakar bakışlar altında çınlayan demir gibi kuvvetli ve çekici ses, o erkeksi-maço duruş milyonları; şarkılar, enerji, agresiflik, müzik ise pek çok sanatçıyı etkileyecektir. kısa vadede albümün etkileri bunlardır, bu albüm popüler müziğe, insanlığa bir armağandır.

    ekşi gerçek odur ki; tupelolu elvis presley'i graceland'de ölümü bekleyen şişman adama çevirecek uzun ve dolambaçlı yolun başlangıcı da bu albümdür.

  • + neden şaktar?
    - çünkü okunduğu gibi yazılması lazım.
    + neden mönşengıladbah değil.
    - çünkü latin o.
    + peki neden latin olan okunduğu gibi yazılmamalı ya da sadece başka alfabelerden dönüşenler böyle yazılmalı?
    - çünkü biz de latin alfabesi kullanıyoruz.

  • bugün 4 yediğinde takımını terkeden yarın 4 kilo aldığında seni de terkeder. unutma, en güzel beşiktaş'ın çocukları sever.

  • ellenmesin. dursun orada. hani bi apocalypse falan olur, ne bileyim zombi istilası olur, sağ kurtulan bi kaç insan görsün de "bu yapıyı ne sikime yapmışlar" diye merak etsinler.

  • shaktar maçı esnasında spiker robin van persie ısınmaya başladı dedi, içim kıpır kıpır oldu.

    sonrasında robin van persie fenerbahçe formasıyla oyuncu değişikliği için kenara geldi, heyecandan televizyon karşısında alkışlamaya başladım.

    robin van persie 2 tane pozisyona girdi gol olmadı maç 0-0 bitti, ayağa kalktım playstation'ı kapatayım diye cihaza uzandım, baktım kapalıydı.

    şaşırdım hayırlara vesile olsun dedim, yattım.

  • bu gece programı kapatırken "bizi izleyen askerlerimize; daha doğrusu vatanını devletini seven, canını kardeşini feda edecek kadar seven askerlerimize selam olsun" diyen şey. aklınca isyan eden yarbaya laf çakıyor. bir reyizci, şehit abisine laf çakıyor, hem de meşrebince.

  • ersin burayı okuduğunu biliyorum;

    neymiş, 8 yıldır bu turnuvayı bekliyormuş da isyan edermiş bu tepkilere.

    ulan zaten toplam 30 takım filan var yarışta olan, aralarından ilk 24'e girmek başarıysa, git kosova'yı tut. ne mücadelesi amk? hangi mücadele? turnuvada ilk defa 3 gol yiyen takım türkiye; en az koşan takım türkiye; en fiziksiz takım türkiye; ama ne hikmetse oyucuları, teknik heyeti en çok konuşan yine türkiye.

    neymiş de 8 yıl beklemişmiş. sanki biz engelledik gitmelerini amk.

    sen ve senin gibi eyyamcılar, takımdan çok kişileri tutan, ordan buradan tanıdıklarıyla bir yerlere gelen adamlar yüzünden bu takım/ülke bu halde zaten; bu yüzden insanlar artık kendi takımlarını bile sevemiyor.

    insanda biraz utanma olur.

  • hayat kalitenizi arttıracak bazı web siteleri

    1. myfitnesspal

    size çok yönlü olarak beslenme ve kilo kontrolü sağlayacak bir web sitesi ve spor konusunda da kalori takibi ile sizi teşvik eden bir uygulama.

    2. rype

    rype; yabancı dil öğrenme konusunda gerçekten başarılı bir web sitesi. size karşılıklı online derslerle kaliteli eğitimcilerden yabancı dil öğrenmenizi sağlıyor.

    3. calm

    zihninizi ve ruhunuzu meditasyonla özgür ve huzurlu kılmak başınıza gelebilecek en güzel şeylerden biri! calm uygulaması da bu konuda size yardıma koşuyor ve etkin bir programla daha huzurlu bir hayata sahip olmanızı hedefliyor.

    4. creativelive

    creative live sanat, iş dünyası, işletme, iktisat, müzik ve görsel sanatlar konusunda birçok eğitime ulaşabileceğiniz creative live sitesini mutlaka ziyaret etmelisiniz.

    5. spritz

    spritz; size çok iddialı bir konuyla geliyor: okuma hızınızı 2 katına çıkarmak. spritz sitesinde aktif olarak eğitimlere katılırsanız ve egzersizleri yaparsanız bunu gerçekten başarabiliyorsunuz.

  • izmir'in burnunun dibindeki adadır. (harita) tarihte fatih sultan mehmet'in canını birazcık sıkmıştır.

    ada, 14. yüzyıldan beri cenevizlilerin kontrolündeydi. adayı ellerinde tutmak için de devamlı ege kıyılarındaki türkmen beyliklerine haraç veriyorlardı. böylelikle akınlardan, yağmalardan kendilerini koruyabiliyorlardı. yıldırım bayezit (1389-1402) bu beyliklerin varlığına son verince osmanlılara haraç vermeye başlamışlardı. timurlenk'in anadolu'ya girmesiyle bu düzen bir süreliğine bozulsa da çelebi mehmet tekrar ege kıyılarına hakim olunca bu adayı bir kez daha haraca bağlamıştı. bu durum ikinci mehmet'in tahta çıkışına kadar böyle sürmüştü.

    ikinci mehmet'in istanbul'u aldıktan sonraki hedeflerinden biri de denizlerde egemen güç olmaktı. (bkz: hakan'ul bahreyn) böylelikle hem hakimiyet alanını genişletebilirdi hem de yeni başkentinin güvenliğini arttırabilirdi. bunları gerçekleştirebilmesi için öncelikle topraklarını çevreleyen karadeniz'de ve ege'de faaliyet göstermesi gerekiyordu. bu hedefler doğrultusunda da fetihten sonraki 1-2 yıllık süreçte gelibolu'da yeni gemiler inşa ettirdi. istanbul'un yeni sahibine ceneviz ve venedik'e bağlı adalar haraç vermeyi kabul etmişlerdi. fakat rodos sultanın egemenliğini tanımayarak, haraç vermeyi redetmişti. bunun üzerine sultan da 1455 senesinde hamza bey komutasındaki donanmasını ege'ye gönderdi. bu donanma hem adaların bağlılıklarını denetleyip, haraçları toplayacaktı hem de rodos'u cezalandıracaktı. donanmanın ilk durağı midilli oldu. burası sultana bağlılıklarını bildirip, haracını verdi. bir sonraki durak sakız'dı. donanma burada iyi karşılanmadı. haracın miktarı konusunda anlaşma sağlanamadı. ada yönetimi haracı ödemeyi reddetti. ada iyi tahkim edilmiş haldeydi, limanda da yirmi ceneviz gemisi bekliyordu. bu sebeple hamza bey ceza olarak sadece köyleri yağmalattı ve adadan ayrıldı. buradan sonraki hedef de rodos'tu. osmanlı donanmasını burada büyük savaş gemileri karşıladı. ada müthiş bir şekilde savunma haline geçmişti. hamza bey saldırmayı göze alamadı ve hemen dümeni geriye doğru kırdı. dönüşte kos'u kuşattı fakat orada da başarılı olamadı. bu başarısızlıktan sonra bir kez daha sakız'a uğrama kararı aldı. donanma burada yine iyi karşılanmadı. haracın miktarının belirlenmesi için padişaha birinin gönderilmesi kararı alındı. bu sırada da osmanlı askerleriyle adalılar arasında kavga çıktı. bu kavga esnasında bir osmanlı kadırgası battı. nihayetinde hamza bey adalılarla geçici bir barış yapıp gelibolu'ya döndü. döner dönmez de tahmin edileceği üzere vazifesinden azledildi. kısacası 1455'teki bu sefer baştan sona fiyaskolarla doluydu.

    yaşanan başarısızlıkların ikinci mehmet'i ne kadar öfkelendirdiğini tahmin edebiliriz. derhal tersaneye emirlerini yağdırıp, yeni gemiler inşa ettirdi. donanmanın başına da has yunus paşa'yı atadı. ertesi yıl donanmayı tekrar ege'ye gönderdi. öncelikle sakız cezalandırılacaktı, ardından da rodos civarındaki adalara baskınlar yapılacaktı. fakat bu kez de donanma fırtınaya yakalandı. gemilerin bir kısmı battı. donanmanın tekrar toparlanması biraz zaman aldı ve yoluna devam edebildi. rodos civarındaki adalara baskınlar yapabildi. dönüşte de sakız'a uğradı. adalılar osmanlı askerlerini yine iyi karşılamadı. osmanlı filosu bu kez daha güçlüydü. bu sebeple ada yönetimi antlaşma yapmak zorunda kaldı. ikinci mehmet, adalıları affetmeyip, cezalandırdı; adanın 6.000 dukalık haracını 10.000 dukaya çıkartarak hıncını aldı.

    adanın haraçgüzarlık statüsü bir asır daha sürmüştür. 1566 senesinde, kanuni sultan süleyman saltanatının son demlerinde kaptan-ı derya piyale paşa adayı zaptetti. bundan sonra da doğrudan osmanlı idaresine bağlandı.

    kaynaklar:
    + idris bostan - ''fatih sultan mehmed ve osmanlı denizciliği'' - türk denizcilik tarihi 1.
    + halil inalcık - osmanlı tarihinde efsaneler ve gerçekler - ntv yayınları.
    + ali fuat örenç - ''sakız adası'' - tdvia - cilt: 36.