hesabın var mı? giriş yap

  • tarihte kayıtlara geçmeyi ve pek çok metne ve görsel sanata da ilham kaynağı olmayı başaran vampir vakalarından biri 1725 yılında sırbistan'ın bir köyünde (kisiljevo) gerçekleşmiştir. çok ilginçtir, olayın yaşandığı topraklar 1718 yılında pasarofça antlaşması ile osmanlı'dan avusturya'ya geçmiştir. 1739 yılında imzalanan belgrad antlaşması ile geri osmanlı'ya geçecektir. bu yüzden, yaşanan olaylara ait kayıtlar avusturya devleti tarafından tutulmuş ve devletin görevlendirdiği ernst frombald isimli sağlık subayı yaşananları bizzat kayıt altına almıştır.

    kayıtlara geçen vampir hadisesi, petar blagojevic isimli köylünün hayatını kaybetmesiyle başlar. en azından köylüler blagojevic'in öldüğünü düşünmüşlerdir. sonrasında yaşananlar ise bu şekilde düşünmemelerine yol açacaktır. blagojevic'in ölümünün ardından aynı köyden dokuz kişi daha hayatını kaybeder. dokuz kişi arasından bazıları ölüm döşeğindeyken blagojevic'in ismini sayıklar. söylediklerine göre blagojevic, gecenin bir yarısı kurbanları boğazlamıştır. yine köylülerin söylediklerine göre yine bir gece yarısı blagojevic karısını ziyaret etmiş ve ondan ayakkabılarını istemiştir. söylentiler bununla da sınırlı kalmaz. blagojevic bir gece oğluna görünmüş ve ondan yiyecek bir şeyler istemiştir. oğlu bir şey vermeyi reddedince de oğlunu vahşice (büyük ihtimalle kanını içerek) öldürmüştür.

    olaylar ve söylentiler önü alınmaz bir hale gelince blagojevic'in mezarının açılmasına karar verilir. bu esnada ernst frombald ve bir rahip de olay yerindedir. blagojevic'in mezarı açıldığında insanlar büyük bir şokla sarsılır. blagojevic'in saçlarının ve sakallarının uzamış olduğunu, ağzının kenarlarında kan olduğunu ve ölüp çürümesi gereken vücudunun eskisi gibi göründüğünü fark ederler. yanlarında getirdikleri bir kazığı blagojevic'in kalbine saplamalarının ardından cesedin ağzından ve kulaklarından taze kan geldiğine şahit olurlar. son olarak da blagojevic'in tamamen yok olduğuna emin olmak için cesedini yakıp küle dönüştürürler.

    bu olaylardan önce yine sırbistan bölgesinde pek çok buna benzer vampir vakası anlatıla gelmiştir. anlatılan efsanelerde kadın vampirler de eksik olmuyordu. kimileri bu vampirleri tavandan aşağıya sarkmış bir şekilde uyurken ya da baş aşağı tavanda yürürken gördüklerini iddia ediyordu. sırbistan'dan doğan bir diğer ünlü vampir efsanesi de değirmenci sava savanovic'tir. anlatılanlara göre, değirmenine un almaya gelen köylülerin hiçbiri geri evlerine dönememiştir. bir gün savanovic'in bedeni, boynundaki ısırık iziyle birlikte değirmende ölü bulunur ve sarı bir kelebek savanovic'in ağzından çıkıp gider (bu olayla ilgili sırpların leptirica (1973) isimli bir korku filmleri de bulunmaktadır). 1950'li yıllara kadar bölgede savanovic'i gördüğünü iddia eden insanlar olmuştur. bahsi geçen değirmen 2012 yılında kendiliğinden yıkıldığında ise insanlar savanovic'in ruhunun salıverildiğini düşünerek tekrardan büyük bir panik yaşamış ve bu yüzden evlerinin kapısına haç takanlar bile olmuştur.

    bugün korku sinemasından ya da edebiyatından okumaya veya görmeye alışık olduğumuz pek çok vampir klişesi, aslında 300-400 sene öncesinin özellikle de slav coğrafyasının efsanelerine dayanmaktadır.

    kaynak:
    https://theculturetrip.com/…ia-birthplace-vampires/
    https://medium.com/…-inspired-folklore-5a70a4d180c4

  • yahu gitsin insanlar istediği yere. ne diye karantinaya alsınlar kendilerini. zaten psikolojiler iyice bozulmaya başladı. yargılamayın artık kimseyi.

  • öğle yemeği tabi verilir temizlik tam günse ama sabah kahvaltısı yapmadan da gelinmez. biz işyerine gidince kahvaltı veren var mı? bi zahmet evde yesinler ya da yanlarında getirsinler.

    tam 1 saat kahvaltı faslı sürüyor yardımcıların. kahvaltı yaptınız mı diye nezaketen soruyorum, bir kere de evet yaptım diyen olmadı. e aç mı çalışsın mecbur hazırlıyosun misafire hazırlar gibi, sonra hayat hikayesi anlatma kısmı başlıyo. bir tane de dertsiz eşiyle sorunu olmayan görmedim. benim derdim bana yeter bide bir saat dert dinliyorum. sonra bir saat kahvaltı yapma, yarım saat kahve içme derken, saatim doldu şunlar yetişmedi diye kaçıyorlar.

    almıyorum artık yardımcı filan kafam rahat.

    edit: mesele asla bir kap yemek meselesi değil. herkes verir paylaşır ne varsa ama yarım saatte bir 10dk kahve sigara telefon molası, bir saat kahvaltı molası, bir saat öğle yemeği molası. bi de arkadaş oturmasına gelmiş gibi yayıla yayıla yavaş yavaş yeme olayı var. yahu işimiz var işte ye de kalkalım hayat hikayeni neden dinliyorum? e kaç saat duruyosun ki zaten? ben bu kadına habire yemek hazırlayıp bulaşıkla mı uğraşayım, yoksa temizliğin ucundan köşesinden yardım mı edeyim? -o çalışırken oturamıyorum- sonra o gittikten sonra bir bakıyosun her şey yarım yamalak yapılmış ve resmen kaçmış evden. bu noktada da kendini enayi gibi hissediyosun bide misafir gibi ağırlama salaklığı yapıp kalan işleri gene kendin yapıyosun. ee aç doyurmak mıydı amaç sadece? aman neyse işini hakkıyla yapan bana denk gelmedi size başarılar..

  • tarık akan'ın ölüm sebebidir.

    "kirli dünyaya başkaldırıdır."
    "berkecan dedem tarla çapalıyor, 85 yıldır da içiyor"
    "sigara tek başına ölüm bahanesi olamaz"

    sigaraya romantik anlamlar vermek istediğinizin farkındayım, gece sigaralı bir snap'e tav olan kızlar da vardır kabul ediyorum ama lütfen cahil cahil konuşmayın.

    "sizin cahilliğinizden tiksiniyorum"

    erkeklerdeki akciğer kanserlerinin %90'ı, kadınlardaki akciğer kanserlerinin %80'i sigara ilişkili olup akciğer kanseri tüm kanser türleri içinde en çok ölüme sebep olan türdür. sigara içmek tek başına ve doğrudan bir ölüm sebebidir. içmeyin, eğer içiyorsanız da cahilce propogandasını yapmayın.

    sokak cahilleri sizi...

    edit: (bkz: oğuzcan'ın sesine kulak ver)

  • bu memlekette bir ağacın belediyelerin elinden kurtulup 4112 yıl yaşayabilmesi için yürüyor olması lazım.
    yaşını hesaplayanlar sağına soluna iyice baksın.

  • sevgili kış lastiği, adam 150 bin tl' ye mercedes alıyor, ama seni almıyor.
    ne yapacaksın işte. türk halkı böyle

    edit: 2020 de fiyat güncellemesi 450 bin tl ye mercedes alıyor
    edit : 2021 biterken en ucuz mercedes 800 bin galiba değil mercedes, lastiği alacak para kalmadı

  • forbes verilerine göre piyasa değeri 65 milyar dolar olan, dünyanın 322. en büyük ve 24. en değerli markasının cehennemi dünyada yaşatma eylemidir.

    new york st. john üniversitesi spor departmanı, kendi çalışanlarına nike ürünleri giydirmesi karşılığında nike firması ile 3,5 milyon dolarlık bir anlaşma yapıyor. jim keady isimli yardımcı futbol antrenörü ise sweatshop tarzı imalat yapan bir şirketin reklamı olmayı kabullenemiyor ve istifa ediyor. kendisini de nike'ın insanca üretim yapmadığı fikrini kanıtlamaya adıyor. idealini kanıtlamak uğruna, nike'ın endonezya'daki firmasındaki şartları göz önüne serebilmek için nike fabrikalarının birinde gönüllü çalışmak istiyor. itibarlarının zedeleneceğini anlayan şirket jim keady'yi hiç sallamıyor haliyle.

    jim keady idealinden vazgeçmiyor. savunduğu şeyi ispatlayabilmek için endonezya'daki işçi köyünde yaşamayı ve işçi maaşıyla geçinmeyi kafasına koyuyor. işçilerin kazandığı miktar olan günlük 1.25 dolarla yaşamaya başlıyor.

    bir ay içinde 11 kilo veriyor. üstünde sanayi dumanının eksik olmadığı o yerleşim biriminde havalandırması olmayan 8 metrekarelik beton kutularda yaşıyor. düzgün olmayan beton zemine serilmiş örtülerde uyuyor, üstelik o örtüler de fabrikanın çevreye saçtığı zararlı maddelerle kaplanıyor. tuvaletlerin giderleri her sokağın iki yanından akan açık lağımlara verildiği için o yerleşim yeri devasa böcek ve farelerden geçilmiyor.

    günlük harcama limiti 1.25 dolar ve bu miktar iki küçük porsiyon sebzeli pirinç lapası ve birkaç muza yetiyor. sabun ve diş macunu ihtiyacı olduğu zaman yemekten kısmak zorunda kalıyor. bütün işçiler haftanın altı günü (bazen de pazar günleri) sabah 8'den akşam 8'e kadar çalışmak zorunda. fazladan giyecek bir elbiseniz yok ve sabah giydiğiniz giysi iş çıkışında gözle görülür derecede kirleniyor. minimum yarım saatinizi o giysiyi elde yıkamaya harcıyorsunuz. kadınsanız, özel günlerinizde bile herkese verilen günlük iki adet tuvalet molasına uymanız gerekiyor, bu nedenle pantolonunuzdaki kan lekelerini saklamak için belinize bir şal bağlıyorsunuz.

    bu şartlara katlanmak zorundasınız. sesinizi çıkardığınız anda işinizi kaybediyorsunuz. hizmet ettiğiniz sermaye dünyasının gerektirdiklerini karşılama mecburiyetindesiniz.

    jim keady bütün bu gözlemlerini bir belgeselde anlattı. bunun üzerine endonezya hükümeti asgari ücreti yükseltti, fakat buna karşılık gıda, su, gaz ocağı yakıtı, giyim ve yaşamak için gerekli tüketim maddelerinin fiyatlarını da aynı oranda yükseltti.

    işçilerin "acaba kendim mi yiyeyim, yoksa çocuğuma mı yedireyim?" şeklinde bir düşünceye sahip olduğu bir dünyada eşitlikten nasıl söz edilebilir ki?

    nike işçileri hayat zorluğundan yedikleri darbe kadar bir de amirlerinden darbe yiyorlar. 23 yaşındaki bayan işçi amirlerin sinirlendiklerinde kendilerine ayakkabı fırlattıklarını söylüyor. jakarta'nın dışındaki bir fabrikada bir saatte 60 çift ayakkabı üretme hedefini başaramayan 6 adet kadın işçiye müdürleri tarafından 2 saat boyunca kızgın güneş altında bekleme cezası veriliyor. adalet bu ya, sendikalı işçilerin şikayetleri sonunda o cezayı veren müdür yalnızca uyarı cezası alıyor!

    sivil toplum örgütlerinde sweatshop'larının maruz kaldığı tepkilere karşılık nike firması taşeron konumdaki imalathanelerin başkalarına ait olduğunu, bu nedenle herhangi bir değişiklik yapma imkanı olmadığı cevabını veriyor. üniversitelerde yapılan bilinçlendirici konuşmalara ise sürekli olarak bu konuşmaları yalanlayıcı nitelikte paketler ve editör yazıları göndermeye devam ediyorlar.

    işin kötü tarafı endonezya'daki nike işçilerinin standartların ikiye katlanması 1.63 milyar dolarlık nike reklam bütçesinin yalnızca %7'sine mal oluyor. sömürü dünyası, kendileri için bu kadar küçük bir hamleyi bile gereksiz buluyor, belki de işçilerine insan gözüyle bakmıyor, onları bir köle veya mankurt olarak görüyor.

    edit: bilgiler jim keady'nin john perkins'e yazdığı bir mektuptan ve huffingtonpost'ta endonezya'daki nike işçilerini anlatan bir makaleden geliyor. yukarıdakiler, o yazıların tarafımca incelenip gereksiz yerlerin atılması-gerekli yerlerin vurgulanması sonucu oluştu. bire bir alıntı değil.

  • ikinci thor: love and thunder fragmanı yayınlandı. taika waititi'nin çektiği thor filmlerinde karşımıza sıkça çıkan ciddiyet ve mizahi ton gibi tartışmalarda elbette yine alevlendi. bu sefer fragman incelemesinde thor serisindeki ton değişiklikleri ve gorr üzerinde durmayı istiyorum.

    ilk thor filmi yönetmenliğini kenneth branagh'ın yaptığı, avengers'a giden yolda 4. film olarak karşımıza çıkan, chris hemsworth ve tom hiddleston'ı thor ve loki olarak hayatımıza sokan bir marvel çizgi romanı uyarlaması olarak 2011 yılında vizyona girdi. 150 milyon dolar prodüksiyon bütçesine 449 milyon dolar gişe karşılığı alarak henüz glabol bir canavara dönüşmemiş mcu için güzel diyebileceğimiz geri dönüş aldı. şahsen ilk thor filmini mcu içerisindeki en underrated film olarak görüyorum. dünya sahneleri ve jane, darcy, selvig gibi karakterlerin filmi aşağı çektiğini kabul etsem de asgard ve jotunheim kısımlarını çok iyi buluyorum. odin ve loki'nin karakterizasyonlarını çok beğeniyorum. tekrar izlemekten keyif aldığım bir film thor. ciddiyet konusunda bakarsak elbette taika waititi filmlerinde olduğu kadar mizahi değil ama mcu'nun genel mizah anlayışına yine sahip bir film. thor'un dünya ile olan uyumsuzluğundan espri çıkaran ve fiziksel mizahı kullanmaktan da çekinmeyen bir filmdi.

    avengers filmi vizyona girdikten ve film devasa bir gişe canavarına dönüştükten sonra ikinci thor filmi olarak thor: the dark world 2013 yılında sinemaya geldi. o zamana kadar yüksek profilli dizilerle tanınan alan taylor filmin yönetmeniydi ama sinema filmleri üzerine olan tecrübesizliği kendi dilini yaratamamış olması hemen dikkatleri çekiyordu. film belki de mcu'nun en sevilmeyen filmlerinden biri oldu. hatta bir çok izleyici için en kötüsü oldu. ben kötü olarak sert konuşmak istemiyorum ama benim içinde en zayıf mcu filmlerinden biri. özellikle çok kötü işlenen villain (malekith) stajyerin stajyeri gibi dikkat dağıtıcı unsurlar, hikayeyi yine dünya ile sınırlamak thor ve jane ilişkisinin bir türlü kimya yakalayamaması filmin en büyük günahlarıydı. yine de avengers'ın etkisi olumlu anlamda devam ediyordu. film 170 milyonluk bütçesine karşılık gişeden 644 milyon dolar ile döndü. ama değişiklik çanları çalıyordu.

    burada şunun altını çizmemiz lazım. marvel studios çalıştığı yönetmenlerle gişe ya da eleştiri anlamında o filmde başarı yakalayamamışsa genelde yönetmeni değiştiriyor. ikisinin de olmasını istiyor. jon favreau ikinci ıron man'de ilk filmin başarısını yakalayamayınca değiştirildi hem de gişesi aynı olmasına rağmen. joe johnson ikinci captain america öncesi değiştirildi ve russo kardeşler geldi. ilk captain marvel filmi 1 milyar 128 milyon gişe yapmasına rağmen fazla beğenilmediği için yönetmenleri anna boden ve ryan fleck ile ikinci film için çalışılmıyor. diğer taraftan hem gişe hem de eleştiri başarısını sürdüren james gunn, peyton reed ve jon watts ile çalışılmaya devam ediliyor.

    taika waititi, thor: ragnarok'un yönetmeni olarak açıklandığında yönetmeni tanıyanlar serinin mizahi yönünün daha farklı bir hal alacağının farkındaydı. ama fragman gelene kadar hatta entertainment weekly'nin ilk thor: ragnarok kapağı düşene kadar seyircinin bir kısmı filmin isminden ötürü çok sert bir film bekliyordu. ama taika waititi'nin ve kevin feige'nin thor ile ilgili planları daha farklıydı. waititi mizahi unsurları amaç olarak değil araç olarak kullanan bir yönetmen. aynı zamanda çok başarılı bir senaryo yazarı. çok ciddi konular işliyor ama bunları mizah ile anlatmayı başaran ilginç bir tarzı var. en iyi uyarlama senaryo dalında oscar kazandığı jojo rabbit bunun en güzel örneği. thor: ragnarok'ta aslına bakılırsa serideki o zamanı kadar ki en sert olaylar oluyor. ama üslup olarak olarak komedi unsurlarına sahip. bu tarz herkesin seveceği bir tarz olmayabilir. lakin thor: ragnarok 180 milyon dolar bütçesine karşılık 853 milyon dolar gişe ile serinin en yüksek gişesini elde etti. aynı zamanda hem eleştirmenler hem de seyirci tarafından da çok sevildi. artık thor karakterini mizahi anlamda kabul etmek gerekiyordu.

    avengers: ınfinity war'da her şeyini kaybeden ama umudunu kaybetmeyen bir thor vardı. sonuna kadar savaştı. russo kardeşler daha sert bir thor grafiği çizmişti. kahramanın yolcuğu teması thor üzerinden anlatıldı. avengers: endgame'e gelindiğinde ise thor artık umudunu da kaybetmişti russo'lar o nokta da thor'u waititi gibi mizahi yönleriyle kullandı. daha ciddi thor bekleyen bir kesim seyirci karakterin bu halini pek sevmedi ama ben filmin hikaye anlatımı içerisinde karakterin çizdiği profili başarılı bulmuştum. chris hemsworth ise ekranda thor'u mizahi şekli ile oynamaktan çok açık bir şekilde daha fazla keyif alıyordu.

    thor: love and thunder 2019 yılındaki san diego comic-con'da duyurulduğunda yönetmen elbette yine taika waititi'ydi. önceki film hem gişede çok başarılı olmuş, hem de herkesin beğenisini kazanmıştı. ilk kez bir mcu karakteri dördüncü solo filmini alıyordu. chris hemsworth bir çok açıklamasında özellikle thor: the dark world ve avengers: age of ultron sonrası rolden ağır ağır sıkıldığını ve karakterin yenilenmesi gerektiğini söylemişti. ilk iki avengers filmine baktığımız zaman bile screen time ve hikayeye etki olarak thor'un captain america, ıron man, hulk ve black widow'a göre çok geride kaldığını söylemek mümkündü. thor'un taika waititi yorumu karakterin çizgi roman kökenine uymadığı ve fazla mizahi olduğu yönde eleştirilebilir. buna bende katılıyorum. lakin karakterin mcu'da çıktığı ilk dört film ile düşünürsek değişikliğe ihtiyaç duyduğu ve bunun uyarlama olarak değil bağımsız bir karakter bazında waititi tarafından çok başarılı şekilde yapıldığını da kabul etmek lazım. karaktere resmen yeni bir soluk yeni bir can geldi. ilk filmlerde sadece orada duran bir kahramanken thor: ragnarok ile birlikte "karakter" haline geldi. bununda en azından taktir edilmesi gerektiğini düşünüyorum.

    thor karakteri ve etrafındaki mitoloji farklı okumalara çok açık. çizgi romanlarda da bir çok yazarın ilgisini çekmesi ve serinin yazarı olmasının sebebi de bu. sınırsız bir hayal gücü sunuyor kişiye thor. evet film serisini the lord of the rings filmleri kadar epik anlatımlı kurgulayabilirlerdi. ama olmayan şeyler için hayıflanmak yerine elimdekilerle bir çıkarım yapmaya çalıştığımda taika waititi'nin mizahi tarzını thor: the dark world'ün biçim ve kişilik sorunları yaşayan filmine her zaman tercih ederim.

    fragmana geçtiğimizde ilk fragmanın üzerine söyleyecek çok şey bulamadım. ilk fragmanda gördüğümüz mekanlar üzerinden daha fazla aksiyon görüyoruz. ama zaten bu fragmanın esas büyük olayı filmin villain'ı gorr'u gösteriyor olması. gorr, jason aaron ve esad ribic ikilisi tarafında yaratılan ve ilk kez thor. god of thunder serisinde karşımıza çıkan bir karakter. lakabı ise the god butcher. evrendeki tanrılara karşı büyük bir kan davası sürüyor. bunun sebebi ise elbette origin hikayesinde yatıyor.

    gorr yaşam şartları son derece zor olan açlık ile kavrulan bir gezegende hayata geliyor. ailesi ve etrafındaki herkes son derece tanrılarına bağlı kişiler. kendisi de onlar gibi tanrılarına çok bağlı ve ne olursa olsun tanrıların bir gün kendilerini duyacağına ve onlara bereket getireceklerine inanıyorlar. annesini ve babasını kaybettikten sonra kendi ailesini kuruyor. karısı ve çocukları da gezegenin zor şartları altında hayatlarını kaybediyor. son kalan çocuğunu kurtarmaya çalışırken onunda ölümüne tanık oluyor. artık tanrılara inanmaktan vazgeçtiği noktada gökten birbiriyle savaşan iki tanrı düşüyor. knull ve enigma force ile güçlendirilmiş bir tanrı. yaralı tanrılara yaklaşan gorr, knull'dan necrosword'u ele geçiriyor ve diğer tanrıyı öldürerek bütün tanrılara karşı vereceği intikam mücadelesini başlatıyor.

    necrosword demişken hemen onunla ilgili de bilgi vermek gerekiyor. all-black the necrosword, marvel evreninin en önemli nesnelerinden biri. ilk symbiote olarakta bilinir. celestials ile dövüşürken knull tarafından yaşayan karanlık olarak yaratılıyor. şekil verilirken ateşle dövülmesi yüzünden hala günümüzdeki symbiote'lar ateş ve çelik'in sesinden korkuyor. spider-man'in hakları maalesef ki marvel studios'da olmadığı için necrosword, venom ve symbiote bağlantılarını bu filme taşıyamayacak. biraz daha farklı uyarlanmasını bekliyoruz.

    fragmanı izlerken gorr'ın çıktığı sahnelerde sinematografinin filmin geneline kıyasla radikal şekilde değiştiği görülmüştür. tamamen siyah-beyaz renklere geçiyoruz. hatta onun çıktığı sahnelerde garip bir bozulma var. filmin genel yapısı renkli ve eğlenceli olmasına rağmen gorr son derece depresif ve sert bir karakter. gorr'u filmin genel yapısına dahil etmek zor. taika waititi bunun farkına vararak karşımıza bence dahiyane bir sunum ile çıkmış. filmde zıtlıklar üzerinden bir kontrast yakalayacak. film ne kadar eğlenceli ise gorr'un çıktığı sahneler tam tersi olacak. gorr sanki sağlıklı bir vücuda giren kanser hücresinin vücudu bozması gibi filme girdiği her an filmi bozacak. filmi "corrupt" edecek. filmin neşesini, rengini ele geçirecek. hatta belki bu zıtlığı sadece sinematografik tercih olarak bırakmayıp hikayeye de yedirebilirler. gorr'un hayatı ve renkleri çalması gibi. ben bu zıtlık üzerinden yapılan sinematografi tercihini çok beğendim. bu zıtlıkları bir araya getirmek için başka bir yol olamazdı.

    gorr'un fiziksel görünüşünü çizgi romanlardakinden biraz farklı. yalnız karakteri jenerasyonunun en iyi aktörlerinden biri olan christian bale'in canlandırdığını es geçmemek lazım. elbette bale'in performansı karakterin sinemadaki en etkileyici kısımlarından biri olacak. onun performansını cgı ile boğmamak istemeleri son derece anlaşılabilir. christian bale, the dark knight üçlemesi sonrası çizgi roman uyarlaması filmlerde daha fazla oynamak istemediğini söylemişti. bale'in bu sözünden thor: love and thunder için dönmesi filmin senaryosu ve gorr'un karakterizasyonu için beklentilerimin yükselmesine sebep oluyor.

    yoğun bir marvel takviminden geçiyoruz. dizilerle birlikte artan sayı bizi marvel içeriği açısından hiç eksik bırakmıyor. artık tempomuz az çok bu. her ne kadar doctor strange in the multiverse of madness'ı yeni izlemiş olsak da thor: love and thunder'a da çok az zaman kaldı. ben filmin en az thor: ragnarok kadar başarılı olacağına inanıyorum. özellikle gorr karakteri başarılı şekilde yansıtıldıysa gerçekten çok özel bir karakter ve film bizi bekliyor demektir.